Sokağın lambaları altında uçuşan sinekler,
Sokakta koşuşturan masum küçük ayaklı çocuklar,
Gazozlarına dalıp gittiğimde kapağını açıp
“Buyur evlat bu benden.” diyen Gazozcu Murat Amcadan
Kapağı da alırdım taşla kapağı düzler gazoz kapağı biriktirirdim.
Rengârenk şekerleri olan kavanozların hepsini ağzına kadar dolduran Şekerci Hasan Abi…
Ağzı taşana kadar dolduruyordu şekerleri.
Fazlasını mahallenin çocuklarına dağıtalım diye her okul çıkışı bekleyip dururduk bıkmadan.
Oysa o bıkar; kovalar dururdu bizi. Kovalarken köşede bana doğru bakıp gülen Berrin’i görürdüm. O an koşmaktan vazgeçer, Hasan abiden korkmuyormuş gibi yapardım. Sonundaysa kulağı çekilen hayta çocuk hep ben olurdum. “Günah keçisi” diyorlarmış buna da annem öyle söylemişti.
Evimizin bahçesinden çocukluğum boyunca insanları izledim. Annemin komşularını, babamın taksicisini, abimin ahbaplarını, ablamın sırma saçlı arkadaşlarını, Terzi Tülay Ablayı, Şekerci Hasan Abiyi, Gazozcu Murat Amcayı …
Akşam olur herkes dükkânını kapatırdı.
Her akşam aynı saatte aynı yerde…
El sallarlardı bana dükkânı kapatıp sonra da ceketini omzuna atan
Eşarbını bağlayan giderdi gideceği yere;
Babam taksiden iner eve gelirdi.
Abim, ablam mektepten dönerdi .
Velhasıl herkes kabuğuna çekilmeye hazırlanırdı.
Babam, abim ve ablam eve döndüklerinde annemin gözlerine bakardı.
Anneme anlatacakları bir şeyler varmış gibi. Gözlerine bakma sırası bana geldiğinde herkes saklardı anlatacaklarını.
Bir yanağımdan ablam, diğer yanağımdan abim öperdi sarılırdık tüm aile…
Beni ortada oynatırlardı evimizdeki kasvet uçurtma gibi uçar giderdi.
Yemek hazırlardı anneciğimiz…
“ Haydiii…” diye yükseliverirdi sesi…
Güle oynaya otururdu herkes yerine.
Koltukta da sandalyede de herkesin bir yeri vardı.
Yerleşirdik;
Ablam çorba koyar hepimiz başlardık:
“Bismillâh…”
Abim salataya,
Ablam yoğurda,
Babam annemin sıcacık çorbasının buharına dalar giderdi.
Annemse hepsini izler hepsine güç olurdu.
Çocukken de anlamamıştım.
Hâlâ da anlayamıyorum doğrusu;
Annem nasıl bu kadar güçlü olabiliyordu ?
Kimin ayağı taşa takılsa yolunu bulmakta güçlük çekse;
Annem yol olurdu, taşı kaldıran el olurdu.
Ne marifetli kadınlar şu anneler yahuu… Her iş geliyor ellerinden.
Bir de sorsan çalışmıyor evde duruyor diyorlar.
Babamdan oldukça fazla hâkim eve, çocuklarına, sıkıntılara,
İhtiyaçlarımıza, babamın ailesine ve kendi ailesine…
Bu kadarını idare edebilen tek varlıktır anneler; çocukluğumda anlamıştım bunu
Büyüdüm, şimdilerde daha minnettarım.
İzleyen bir çocuktum küçükken, şimdi de tıpkı çocukluğumdaki gibi izleyiciyim.
Tek farkım;
İstanbul’u izleyen biriyim artık.
Ne acıdır ki burayı anlatmak eskiyi anlatmaktan daha zor…
Her şey o kadar karışık ki burada.
Ne gazozcu, ne şekerci, ne taksici
Kimseler kalmamış çocukların başını okşayan,
Aileler yorgun…
Hasretle iç çektiğim komşuluğu özlediğim Mediha teyze, Solmaz abla, Tahsin amca…
Mediha teyzenin naneli tarhana çorbasını içebilmek için hasta numarası yapardım,
Altın günü olurdu; tarçınlı muhallebisini yemek için dört gözle beklerdim.
Ablam Solmaz Ablaya gider, beni götürmek istemezdi başlardım ağlamaya.
Emine Teyze soba kovasını bir güzel kömür, odun doldururdu.
Okul çıkışıma denk gelen her vakit kovayı elinden kapar kapısına ulaştırırdım.
Kızı ablamla arkadaştı ama beni daha çok severdi.
Kulakları çınlasın,
Patlıcan turşusunu en son 13 yaşımda falan Emine Teyzenin elinden yedim.
Sonra mı? Kimse bir Emine Teyze olamadı.
Tahsin Amcaysa küçük bir bahçe yapmıştı evin önüne;
Hortumu ağaca bağlamıştı, domatesleri olurdu kıpkırmızı; bazen kızardı bana “sen de sula” diye.
Eşi Melek teyze ile 1. katta oturuyorlardı apartmana kim girerse,“Bana bakale kızım, oğlum” cümlesiyle başlar bize sohbet etmeyi öğretirdi.
- katın Fatma teyzesi apartmanın sessiz Karayemişi.
- katın Huriye teyzesiyse koca binaya ses olan tek kişi,
Yüzünde gülümsemesiyle, hayat enerjisiyle tam bir yaşam kaynağı.
Şimdilerde mi?
Biz ve Mediha Teyzeler taşındık.
Emine Teyze hastalandı.
Huriye Teyze ve Tahsin Amca ahirete göç etti.
Fatma Teyze ve Melek Teyze apartmanda kalanlar oldu.
Diyeceğim şu ki ;
Kimi yüklendi ; eşyasını taşınıp gitti.
Kimi ahirete göç etti.
Kimiyse hayat arkadaşıyla yola koyulmuştu.
Bir devir kapanmıştı böylece…
Ne yazık ki artık…
Komşuluk kapı duvar.
Kapıyı çalanı hırsız sandığımız bir devir İstanbul.
Heyecanla yazmaya başlarken hüzünle kapatıyorum sayfamı
Özlediğim anılara hasretle…
Esma CEYLAN