Mavi Bir Huzme
Mavi bir huzme
Tam onun altında durakladı, baktı etrafına.
Kimsecikler yoktu.
Bir kendi bir de karanlık…
Kaldırımın soğuk ve nemli oluşuna aldırmadan oturuverdi.
Öyleyse…
Dedi kendi kendine.
Öyleyse…
Ellerini başına götürdü, iyice sıkıştırdı iki elinin arasında.
Bugün yaşadıkları beyninin içinde bir uğultu halindeydi ve olanı biteni anlamak zorca bir işti.
İnsan kalbini nereye koyardı ki?
Göğsünde mi taşırdı insan kalbini yoksa aklında mı?
Öylece bir süre kaldı…
Sonra sakinledi, doğruldu olduğu yerden ve karanlığa doğru hızlıca ilerledi.
Bir Meryem anektodu…
Romanın kahramanı Meryem’in ne yaşadığı bilinmez olarak kalsın…
Lâkin…
İnsanın serencâmıdır bizi ilgilendiren.
İnsan…
Ne çok şey ifade eder şu beş harfli kısacık kelime…
Hz. Adem’le başlayan insanın yolculuğu, kıyamete kadar devam edecek bir dolu yol hikayesi yazdırıyor ân’a.
Sahi yolculuğuna nereden başladı ki bu âdemoğlu?
Gerçekten âdemoğlu olarak cennetten sürgün edilmesiyle mi yola düştü yoksa elest bezminde Rabbi’ne verdiği sözle mi koyuldu yola?
İki gerçeklik de insanı gurbet ehli yapıyor aslında.
Gurbetçi olmak insanın kaderi belli ki.
Ata toprağı olan cennete gurbet…
Rabbi yanı olan ‘’Elestü bi Rabbiküm’’ dediği yere gurbet.
Gurbetçi olmak zor iştir…
İnsan kendini elesti hisseder gurbette, aitlik duygusu hep yarımdır ve hep mahzun…
Bu mahzunluk ve yarımlık, yoldaşı oldu insanın yol boyunca.
İşte asıl hikâyesi de burada başladı insanın.
Yol uzundu…
Ve dikenli ve sarp…
Nasıl dayanırdı ki insan bu uzun ve dikenli yolda yürümüye?
Sorunun cevabı yine kendinde saklı…
İnsanı yaratan Rabbi elbet ona yolunu gösterecek ve bu yolda ona rehberlik edecekti.
Bildi insanoğlu bilmesi gerekeni, âlemlerin sırrı âlemlerin Rabbi’nde saklıydı.
Bildi bilmesine ya bir de içindeki nefsine anlatabilseydi keşke.
Ona da iyice belletseydi Rabbi’ni ki Âdemin ilk evvel oğlu Kabil öldürmeseydi Habil’i.
Yeryüzünün halifesi, meleklerin secde ettiği insan, nefsine zulmetti de yeminle dosdoğru
yoluna oturan iblisi de yoldaş etti yoluna.
Yol zaten çetrefil, yoldaşlarda yolunu tuttu mu insanın daha bir zor oldu yolculuk.
Düştü bazen, dizleri kanadı…
Naz makamında gördü kendini de Rabbi’ne mızmızlandı.
Yine Rabbi’nin öğrettiği kelimelerle yalvardı:
‘’Ya Rabbi!’’ dedi, ‘’Kaldır beni düştüğüm yerden! kaldır ki yola râm olayım, kaldır ki sen
merhametlilerin en merhametlisisin, sen merhamet etmezsen eğer, bana başka kim merhamet eder! Kaldır ki vuslata ereyim.’’
Sözün tam burasında düşündüren bir kavram daha çıkıyor karşımıza, vuslat…
Nedir vuslat? TDK’ya bakarsanız şayet,
‘’Sevgiliye kavuşma’’ der vuslat için.
Peki bu mudur sadece vuslat?
Düz, yalın bir kavuşma.
Ya sevgili?
Ne çok, ne fazla anlam…
‘’Kalbim mutmain olsun Rabbi’m’’ diyen İbrahim’e bir dua ile yalvardı insan ‘’Kalbim mutmain olsun!”
İnsan kalbini nereye koyardı ki?
Göğsünde mi taşırdı insan kalbini yoksa aklında mı? diye düşündü…
Telefonu titredi… Belki beklediğim haberdir diye atıldı hemen…
NESLİHAN AYDINER