‘Eylül’dü…Savruluşu bundandı kimsesizliğimizin.’
Az önce Oğuz Atay’ın albayına söylediği biraz ölseydimli satırlarını okudum. Ölümü ve Hikmet’i düşünürken Eylül’ü bitirmek zorunda olduğumu hatırladım ve bu ölümlü konuyu rafa kaldırdım. Sonra Suat’la Necip de öldü. İnsan ya karşılaştırma yapmadan duramıyor. Hangisi güzel ölmüş diye düşündüm. Her şeyin güzeli yapılıyor da ölümün güzeli niye olmasın?
Bence en güzel Necip ölmüş. Bir kere kavuşamayacak bile olsa aşkı tattı. Hem de karşılıklı. Kabul ediyorum çok acı çekti, sık sık yandı ama Suat’a yakın yaşadı. Çok ümitsiz zamanlarında ölmek istediğini, aşkını uçlarda yaşarken de Suat için canını bile verebileceğini söylüyordu. İkisini de yaptı. Kitabın başlarında Beyoğlu’ndaki anlamsız hayatı için üzülüyordum. Suat ve Süreyya bunca mutluyken Necip’in ne eksiği var diyordum. Eksiği bıraktım, fazlası varmış meğer… En güzel kadını kapacak, onun için yataklara düşecek kadar asil bir aşk yaşayacak ve dilediği gibi onunla ölecekmiş.
Peki ya Hikmet nasıl ölmüştü? Hiç aşık olmadığı iki kadın arasında gidip gelirken ikisini de kaybedip albayına birazcık ölmek istediğini söyleyip ölmüştü. Üstelik yangınla falan da değil merdivenden düşmüştü sanırım. Zaten kötü bir hayat yaşadığı yetmiyormuş gibi bir de kötü ölmüştü adam. Hikmet de çok acı çekiyordu ama Necip’ten bir farkı Suat’ının olmayışıydı.. Suat Necip’in çıkmazıydı Süreyya’ya rağmen, Suat’tı Necip’i yataklara düşüren ve yataklardan kaldıran….Oysa Hikmet’in gecekondudan başka gidecek bir yeri yoktu orada da en fazla bekleyeni albayıydı. Albayı küçümsemiyorum tabi ama Suat’ın yanında pek cazip durmuyor.
Sonra birkaç gündür karşıma çıkan ‘Leyla ile Mecnun’ replikleri aklıma Leyla’nın ölümünü getiriyor. İçlerinde en şanslı ikinci kişi Leyla bence. Sevilmenin zevkine vararak ölüyor. Yaşanmamış çok şey var ama bu Leyla’nın ölümünden çok Mecnun’un hayatına tesir eder. Çünkü: ‘Ölenler ölümü bilmez,ölüm kalanlar içindir’
Ama en hüzünlüsü hala C’nin ölümü. Yusuf Atılgan C’yi hiç öldürmüyor ama yaşatmıyor da. Yazarlar karakterlerine gidecek bir yol çizerler. Karakterler o yola ulaşırlar ya da ulaşamazlar o değişir ama Aylak Adam’ın bir yolu yok. O savruluyor. Hayatının kadını ile tanışma fırsatını yanlış hatırlamıyorsam üç kere teptikten sonra ölüyordur muhtemelen. Hem Aylak Adam’ın albayı da yok o ne yapsın?
Demek istediğim ama demeseydim de olurmuş dediğim: Necip ve Suat bugün ne kadar şanslı olduğunu bilmiyor. Bilselerdi bize 384 sayfa işkence çektirmezlerdi. 155 sayfa ile de hüzün duyabiliyormuş insanlar. Kitaba puanım Servet-i Fünun ve ilk psikolojik roman olması hatırına 3/10.